İnanç planında zahiren Allah’ın varlığına, birliğine, meleklere, kitaplara inandığını söyleyebilir insan. Davranışlarımızla, ibadetlerinize, taatinize, helalinize haramıniza dikkat edebilirsiniz. Ama bunların hepsi sonuçta sadece kelimelerden ve eylemlerden ibaret kalabilir. Bunların bir de hakikati, içyapısı, içe dönük yönü vardır. Kur’ân, bunları sadece yüzeysel olarak yapmamızın yetmeyeceğini vurgular. Bunların künhüne, hakikatine vararak yapmamızı ister. Bunun şöyle düşünebiliriz; mesela namaz kılma bir şekilden ibarettir. O fıkha göre bizzat Peygamberimizin de Öğrettiğine göre namaz iftitah tekbiri ile başlar selamla biter. Belirli hareketlerden oluşur. Bunları yapan kişi fıkha göre amelini yerine getirmiş olur. Bunda fıkhın kurallarına göre bir tereddüt yok. Ama bunu sadece ve sadece şekilden ibaret zannederseniz, o zaman Kur’ân’ın mesajını anlamamışsınız demektir. Çünkü bu sadece şekilden ibaret bir ibadet değil. O kulluk demektir. Kulluğun hayatın her anına yayılmasını hedefler. Namazın künhüne vakıf olmak için kalbi ona hazırlamanız gerekir; kalbi doğru bir biçimde terbiye ederseniz o hakîkate erişme şansınız olabilir. İşte bu amaçtan Tasavvuf ilmini doğdu ve ilginçtir nasıl ki kelâm alanında, fıkıh alanında farklı farklı kültürlerle yüzleşme sonucunda farklı anlayışlara mezheplere, yollara yöneldilerse tasavvufta da aynı şekilde farklı farklı yollar ortaya çıktı. Bunun sebebi de yine düşünme ile üretilen bilgiler alanında olmamızdır.